Kuantum; 1911 yılında Neils Bohr’un, Bohr atom modeli teorisini ortaya çıkarması ile başladı. Ona göre bir atomda merkezde proton ve nötronlar, çevresinde ise belirli yörüngelerde dolaşan elektronlar vardı. Bu atoma dışarıdan bir enerji etki ettiğinde elektron daha yüksek bir enerji seviyesine sahip yörüngeye çıkabiliyor ve eski yörüngesine dönerken foton saçıyordu. ancak sadece bu kadar değildi. Bohr elektronun yörünge değiştirmesini yer değiştirme olarak değil “kuantum sıçraması” olarak tanımladı. Ona göre elektron bulunduğu yörüngede kayboluyor, diğer yörüngede aynı anda ortaya çıkıyordu. Fizikçiler buna karşı çıkarak Bohr’u onaylamadılar. Ancak Bohr teorisinde kararlıydı. Bohr atom modeli kabul edilse de kuantum sıçraması kabul edilmemişti. Çift yarık deneyi Bohr’un kuantum sıçramasını destekleyince fizik dünyasında yeni bir alan açıldı. Çift yarık deneyini kısaca bir anımsarsak;
Kuantum fiziği, sarsılmaz olarak görülen Newton mekaniğini sarsmaya başlayınca fizikçiler birbirinden ayrıldı. Kuantum dünyası o kadar karmaşıktı ki, bilimsel bilgiler yerine felsefi düşünceler ortaya çıkmaya başlamıştı. İki büyük fizikçi Bohr ve Einstein arasında bir tartışmaya neden olmuştu. Albert Einstein kuantum mekaniğine inanmıyordu. Einstein gerçekliğin temelinde şansın yattığını kabul etmiyordu. Kuantum mekaniğine göre bir cismin dalga boyu bütün bir evrene yayılmış halde bulunur ve biz ona baktığımızda o konumlardan sadece birine bürünür. Bu da bir nesnenin “orda” diye tabir ettiğimiz görüntüler yanılsaması olduğu sonucunu doğurur. Ancak diğer fizikçilerin çoğu olasılıktan çok fazla rahatsız olmadı. Çünkü kuantum mekaniği denklemleri onlara atom gruplarının ve ufak moleküllerin davranışlarını çok bir net şekilde tahmin edebilme gücü veriyordu. Çok geçmeden bu güç çok büyük buluşlara öncelik etti. Lazerler, transistörler, tümleşik devre, tüm elektrik dalları. Tüm bu icatlara rağmen kuantum dünyası hala çok gizli.
Dolanıklık: İki elektron birbirine çok fazla yakınlaştırıldığında birbiriyle etkileşime geçerek dolanıklaşırlar. Bu iki elektron birbirinden çok çok fazla uzağa gönderilse bile birine bir etki edildiğinde bunu diğer elektronda etki eder. Bunun için arada ki iletişimin ya ışık hızından daha hızlı olması gerekir ya da birbirine hayalet bir bağ ile bağlıdır.
Dolaşıklık kuramı bugünkü ışınlanma ile ilgili çalışmalara ışık tutuyor. Kuantum fiziği sayesinde ışınlanmakyakın bir gelecekte mümkün olabilir. Şu anda son çalışmalara göre küçük moleküller ışınlanabiliyor. Ancak insan ışınlamalarına hala çok uzağız. Zaten kuramlar o kadar karmaşık ki ışınlananın siz bile olup olmayacağını bile bilemiyorsunuz. Çünkü dolaşıklık üzerine şu anda yapılan çalışmalar sadece bir molokül ışınlama üzerine. Öncelikle dolaşık iki elektron oluşturuyorlar. Daha sonra birine bir molekül etki ediyorlar. O molekül onunla etkileşime giriyor ve yok oluyor, diğer elektronda da aynı etkileşim oluşuyor. Yani molekül burda taranıyor, öbür tarafta yeniden yapılandırıyordu. Yani şöyle düşünün; sizi ışınlamak için vucudunuzdaki milyonlarca molekülü tarıyoruz ve dolaşık moleküllerle etkileşime sokuyoruz sizden geriye sadece bir evuç proton ve nötronlar kalıyor. Öbür tarafta ise sizi yeniden yapalandırıyoruz. Yani siz kendinizin birebir kopyasısınız. Ama gerçekten siz misiniz?